Nasıl Geçecek ?
Her yılbaşı öncesi, ‘yeni yılın nasıl geçeceği’ konusunda görüş bildiriyorum. O yazılarımın yıl sonunda da okunması en önemli dileğimdir...
Zira geçmişteki tahminler tutmuşsa, yeni tahminlerin bir değeri olabilir.
2019 ile ilgili düşüncelerimin bir kısmını da birkaç hafta önce “Şirket bütçeleri için en zor yıl” başlıklı yazımda belirtmiştim.
Devam ediyorum…
MB’nın 2019 yıl sonu için yaptığı yüzde 15.2’lik enflasyon tahminine katılamıyorum. Kurum da iki ay ara ile revize etmiş zaten (Temmuz ayında bu oran yüzde 9.3 idi). Nedeni açıktır. Kasım ayı ÜFE yüzde 38.54, TÜFE yüzde 21.62 çıkmıştır. ÜFE’deki bu birikim buharlaşacak mı? Hayır, yavaş yavaşta olsa TÜFE’ye yansıyacaktır.
Reel sektörü en çok bankacılık sistemi ilgilendiriyor. Şirketlerimizin yeni yılda krediye ulaşmaları o kadar kolay olmayacaktır. Birincisi faizler yüksek olduğu için finansman maliyeti açısından, ikincisi bankaların geri dönüşü aksayan kredileri sebebiyle kaynak sorunu yaşamalarından kaynaklanacaktır.
Nakit çok kıymetli hale gelecektir. Enflasyon oranı düşmediği sürece mevduat faizi düşemeyeceği için kredi faizi de düşemeyecektir. Ancak aradaki farkı ödeyecek sektörler çıkarsa o durum istisna olarak kalacaktır (bazı inşaat projelerine ait düşük faizli kredilerde görüldüğü gibi).
Konkordato başvurularının artarak sürdüğünü duyuyoruz. Ana sebep olarak nakit sıkışıklığı gösterilmektedir. Ağırlıklı sebep ise yetersiz işletme sermayesinin kredi ile takviyesidir ki, faiz ve kurdaki yüksekliğin de başka bir sonuç üretme ihtimali yoktur.
İflas ertelemenin yasaklanmasından sonra kullanılan bu araç, gerçek ihtiyaç sahibi şirketler yanında, ‘dokunulmazlık’kazanmanın dayanılmaz cazibesiyle salgın haline gelme riski taşımaktadır.
Her konkordato işleminin en az 30 şirketi daha sıkıntıya sokacağı düşünülürse, en alt sınırdan 1000 x 30 = 30000 şirketin olumsuz etkileneceği varsayılabilir. Bu şirketler doğal olarak işçi çıkartmaya devam edecekler. İşsizliğin artması ise tüketimin azalmasına işaret olacaktır.
Elbette olumlu gelişmeler de var. Ancak kalıcı olabilir mi, ona bakmak gerekiyor. Uzun zamandan beri ilk defa Ağustos ayında 2.6 milyar dolar, Eylül ayında 1.8 milyar dolar, Ekim ayında 2.8 milyar dolar cari fazla verdik.
12 aylık cari açığımız 39.4 milyar dolara indi. Kur şokları sebebiyle ekonomi daraldığı ve ithalat talebi azaldığı için bu sonuca ulaşıldı. Ancak bir iki ay daha cari fazla devam etse de sürdürülebilir olacağını sanmıyorum.
İhracatımız yüzde 70 ithalata bağımlı olduğundan, stoklar eridikten sonra yeni bir düzen kurulmadan kalıcı olarak ithalatı düşük seviyelerde tutamayız.
Kaldı ki en azından seçime kadar sıkı değil, gevşek para politikası göreceğiz.
Seçim ekonomisi ile sıkı para politikası aynı zaman diliminde uygulanamaz. Elbette birincisi tercih edileceğine göre mevcut durum yılın ilk 3 ayında da devam edebilir, seçimden sonra ise biriken sorunlar çözüm bekleyebilir.
2019 yılına ilişkin en iyimser büyüme tahmini yüzde 0-1 seviyesine geriledi. İşsizlik oranları da bu tahmini besliyor. Ağustos ayına ait işsizlik oranı geçen yılın aynı ayına göre 0.6 puan artışla yüzde 11.2’ye çıktı.
Oysa normal olarak Ağustos ayında işsizlik oranının düşmesi gerekirdi. Zira turizm ve tarım sektörünün mevsimlik itici gücünden etkilenmeliydi. Buna rağmen artmıştır.
İstihdam rakamlarına bir de tarım dışı olarak bakarsak burada işsizlik oranı yüzde 13 ile daha yüksektir. Bu da şehirlerdeki işsizlik durumunu gösteriyor.
Eylül ayında, TÜİK’in açıkladığı işsizlik oranı ise yüzde 11.7 oldu. Geçen senenin aynı döneminde bu oran yüzde 10.8 idi. Tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 13.6’ya yükselmiştir.
Ekonomik zorlukların ve kur şokunun etkilerini sonraki aylarda daha fazla göreceğimizden; Ekim, Kasım aylarında işsizlik rakamlarında artış eğiliminin sürmesi güçlü ihtimaldir.
Tüketici Güven Endeksi; bu yılın Ocak ayında 72.3 iken, sürekli düşerek yılın son ayı Aralık 2018’de 58.2 olmuştur. Endeksin 100’ün altında seyretmesi zaten tüketici güvensizliğini gösterse de, sürekli düşüş içinde olması da geleceğe dair düşüncelerin ‘ekonomik durumdaki bozulmanın devamına dair beklentiye işarettir.
Bu düşünce, harcamaların kısılmasına ve toplam talebin düşmesine sebep olur. Toplam talepteki gerileme ise büyümeyi olumsuz etkiler.
Perakendecinin, planlarını yaparken bu sese kulak vermesi de isabetli olur.
Gıda perakendecilerinin dikkate alması gereken önemli husus yüksek gıda enflasyonudur. Bunun düşük seyretme ihtimali zayıftır.
Zira tarımın milli gelir içindeki payı hızla azalıyor. Son 20 senede bu pay yüzde 10’dan, yüzde 6’ya inmiş, üretici tarımdan uzaklaşmıştır. Elbette bu kendiliğinden olmuyor. Mazot, gübre, zirai ilaç, tohum dövize bağımlı olduğu için iç piyasa bunu kolay hazmedemiyor, üretici de zarar ettiği için tarımdan çıkıyor.
Aracıların spekülâtif kârlarının önüne geçilmesi iyidir de üreticinin tarlaya, bahçeye dönmesi daha fazla önemsenmelidir.
Bir taraftan nufus artarken, diğer taraftan tarım alanlarının azalması, mevcut tarım alanlarının da ancak üçte birinde sulu tarım yapılması bir diğer önemli sorundur.
Net gıda ithalatçısı durumumuz değişmeden, ‘gıda açığı’ sorunumuz çözülmeden gıda enflasyonunda kalıcı iyileşme sağlanamaz. Bu durumda, harcamalarının yüzde 25-29’unu tek başına gıda giderlerine ayıran alt gelir grubuna mensup tüketici de aynı miktarda alışverişi sürdüremez.
Üçüncü çeyrek sonuçlarına göre; en başarılı perakendecimizin bile aynı mağazada ortalama sepet tutarı artış oranı (%15) enflasyonun en az 10 puan gerisinde kalmıştır. Market enflasyonu ile fark daha da fazladır.
Bu müşteri başına satışın küçülmeye başladığını gösteriyor.
Dolayısıyla yeni yılda yapısal sorunların çözülmesini ve zincirleme olumsuzlukların son durak olan perakendecimiz elinde birikmemesini diliyorum.
Yeni yılda umutlarınız gerçek, mutluluklarınız sonsuz olsun.
Ercüment Tunçalp
Perakende Uzmanı
ercumenttuncalp@yahoo.com
-
0
-
0
-
0
-
0
-
0
- 0 Yorum
-
Yorumu Gönder